Ana Sayfa RÖPORTAJ Zehirsiz topraklar zehirsiz sofralar

Zehirsiz topraklar zehirsiz sofralar

Yazar: Selma ALTIN

Başka bir dünya mümkün… Geçmişte olduğu gibi her sebze ve meyveyi kendi tadında, gerçek kokusuyla, besin değerleriyle yemek de… Giderek artan kanser ve birçok kronik hastalığın önüne geçmek de… Toprağın verimiyle dolan başaklar, suyun tertemiz aktığı dereler bizi henüz terk etmediler. Çok şeyi yok ettik, yaşadığımız dünyaya zarar verdik ama geri dönüş hâlâ mümkün.

Uzmanlar, verimlilik için olmazsa olmaz olarak sunulan pestisit kullanımının Türkiye’de son dört yılda yüzde 51 oranında arttığını belirtiyorlar. Pestisit, endüstriyel tarımda mantar, böcek, yabani otlara vs. karşı kullanılan kimyasalların genel adı. Ancak ‘tarım ilacı’ olarak bilinen pestisitler iyileştirmiyor… Toprağı, suyu, havayı, insanları, hayvanları zehirliyor. Bitkilere uygulanan pestisitlerin sadece yüzde 2’si uygulandığı alanda kalıyor. Geriye kalan yüzde 98’lik kısmı; havaya, toprağa ve suya karışıyor.

Günümüzde yaygın olarak kullanılan bazı pestisitler hayvan deneyleri dikkate alındığında, insanlar için ‘kanserojen olması kuvvetle muhtemel olanlar’ ya da ‘muhtemel kanserojen’ olarak sınıflandırılıyor. Pestisitler üzerine yapılan çalışmalar, çiftçiler ve tarım işçileri üzerindeki akut etkileri dışında, alınan miktarlar görece küçük olsa da, uzun süre boyunca maruz kalındığında insanlarda kronik hastalıklara da neden olabildiğini gösteriyor. Pestisitlerin insanların sinir ve hormonal sistemine zarar verdiği biliniyor. Ayrıca araştırmalar pestisit kullanımı ile sarkomlar (bir tümör grubu), multipl miyelomlar, prostat, pankreas, akciğer gibi kanser türleri, beyin tümörleri, bilişsel ve psikomotorik fonksiyonlarda bozulmalar ve depresyon arasında bağlantı olduğunu gösteriyor. Çocuklarda öğrenme ve dikkat eksikliği, duyusal eksiklikler veya gecikmiş gelişim, pestisite maruz kalma sonucu en sık görülen nörolojik bozukluklar arasında yer alıyor.

Pestisitler sadece zararlıları değil, faydalı böcekleri, mikroorganizmaları ve tozlaştırıcıları da yok ederek doğanın dengesini alt üst ediyor. Üstelik pek çok zararlı, zamanla pestisitlere direnç kazandığı için, pestisit kullanımı bu zararlılar üzerinde etkisiz kalıyor. Bu nedenle her yıl daha fazla ve daha etkili pestisit türleri kullanılıyor.

Türkiye’de tarım alanlarında yüzde 3 düşüş olmasına rağmen, pestisit kullanımı giderek artıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre 2014 yılında tarım yapılan alanlar 23 bin 941 bin hektar iken, 2018 yılında 23 bin 200 bin hektara geriledi. Aynı dönemde pestisit kullanımı ise yüzde 51 arttı ve 39 bin 723 tondan, 60 bin tona ulaştı. Bu artışın üretime etkisi ise, pestisit kullanımı ile verimlilik arasında iddia edildiği gibi doğrusal bir ilişki olmadığını, pestisit kullanımının verimliliğin artmasına yönelik beklentilerin çok uzağında kaldığını gösteriyor.

Kaynağı Tarım ve Ormancılık Bakanlığı’nın verilerine göre, 2014-2018 yılları arasında pestisit kullanımı yüzde 51,10 artmasına rağmen, hektar başına ton olarak buğdaydaki verim artışı yüzde 14,17, meyve grubunda yüzde 13,85, sebze de yüzde 7,82, ayçiçeğinde yüzde 6,4, patateste yüzde 4,4. Mercimekte ise verim kaybı söz konusu.

Yaşanan tüm olumsuz duruma rağmen dünyada ve Türkiye’de doğa dostu ve organik üretime geçen çiftçilerin sayısı her geçen gün artıyor. Araştırmalar, agroekolojinin tüm dünya nüfusunu besleyebileceğini ve yeterli besin değerini sağlayabileceğini gösteriyor. Agroekoloji bir tarım modeli, bir yaşam tarzı olarak ifade ediliyor. Yalnızca belirli sertifikalara veya tekniklere indirgenmeyen, yaşamın her alanında egemenliği tesis etmeyi amaçlayan bir yaşam felsefesini oluşturuyor.

Organik tarım çiftçiyi de tüketiciyi de besler

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ve Avrupa Pestisit Eylem Ağı tarafından yürütülen Zehirsiz Sofralar Projesi kapsamında bir araya geldiğimiz Şaban Burhan, Bursa Karacabey’de 20 yıldır organik tarım yapıyor.

Şaban Burhan, ekonomik zorluklar sebebiyle liseden sonra eğitimine devam edememiş. Bir yakınından karşılıksız olarak aldığı kapya biberleri toplayıp pazara götürmesiyle ilk işi olan pazarcılığa başlamış. Perakendecilik ve toptancılık sonrası, ailesinin ihtiyacı kadar gıda üretebilecekleri küçük bir bahçede tarımsal üretim yapmaya başlamış. Katıldığı bir fuarda organik tarımı öğrenmiş. Organik tarımı tanıdıkça üretim arazisini genişletmiş. Bazı meyve ağaçlarından numuneler alıp toprakta tespit ettiği sorunları kireç ve hayvan gübresi takviyesiyle çözmüş.

Buğday Derneği ve Şişli Belediyesi işbirliğiyle kurulan Şişli %100 Ekolojik Pazar’ın en eski üreticilerinden biri olan Şaban Burhan’ın organik tarım üretimi için yaptığı çalışmaları kendisinden dinledik…

Şaban Burhan, Bursa Karacabey’de 20 yıldır organik tarım yapıyor.

“Bundan 22 yıl kadar önce ticari zorluklardan dolayı kendime ve çocuklarıma sağlıklı bir gıda üretip yemeği amaçlayarak yola çıktım. Bir yoğurt firmasında gıda toptancılığı yaparken son kullanma tarihi geçen yoğurtları eşime getirir evde 1-1,5 ay yerdik yine de bir şey olmazdı. Yani bir yanlışlık vardı ama nerede?.. Sonra kendimizi sorgulamaya başladık. Sattığımız gıdaların kullanım süreleri çok uzundu, bunları sorgulamaya başladık ve bazı soru işaretleri doğdu. Bu nedenle de çocuklarıma en azından sağlıklı bir şeyler yapayım diye 13 dönüm kadar bahçe aldım. Allah razı olsun bu köyde 5-10 tane arkadaş bir araya geldi, bana bu yerleri gösterdiler. Tarımın t’esinden anlamıyordum. Tabiri caizse bu yerleri bana zorla sattılar. Allah bin kere razı olsun onlardan. O dönemki parayla 35-50 lira arasıydı ve arkamdan; “bu adam topraktan anlamıyor, ne güzel o mezbelelik yerleri sattık para sahibi olduk” dediler. Onlar 6 aylık bir sürede paralarını tükettiler. Sonradan arazinin çok güzel bir yer olduğunu anladık. Bu arazide neler yapabiliriz diye bir sürü hoca ile görüştüm ve organik tarım yapabileceğimi öğrendim. Organik tarımı İstanbul’daki bir fuarda bir profesörden de duydum. 2000’li yıllarda sadece bakliyatın organik olduğunu gördük ve o dönemde Türkiye’de üretilen organik ürünlerin yüzde 98’inin yurt dışına gittiğini öğrendim ve oradan şu yola çıktım; “yurt dışındaki insanlar bizim insanımızdan daha mı değerli?”…

Kendi insanımız, çocuklarımız adına ilk kurduğum tesiste aşağı yukarı 25 çeşit meyve tesis ettim. Burada araziyi aldığım dönemlerde ne arpa oldu ne buğday… Çünkü zararlı popülasyonun olduğu bir bölgeydi. Arazinin yüzde 90’ı ormanlarla çevrili. Eğimli bir yerde. Ben araziyi almadan 50 yıl kadar önce de hiç tarım yapılmamış çünkü çiftçimiz buğday atıyor karşılığını alamıyor, onun zararlısı geliyor, bitkiyi öldürüyormuş.

Yol açılırsa ürünümüz mamul olacak

Bulunduğum arazide hiçbir zararlı sentetik ot öldürücüsü, böcek öldürücü kullanılmamış. Böyle bir yer alabildiğim, böyle bir yere sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Alanın tamamı 200 dönüm kadar… Burada bir kırmızı çizgi var. Burası hiç ait olmadığı halde orman arazisi olarak geçiyor… Bir proje hazırladık, valimiz geldiğinde bize destek olmaya söz vermişti. Eğer çiftliğin yolunu resmi yol yapabilseydik dışarıda gördüğünüz sağlıklı olan ürünleri, mamul ürünler olarak müşterilere verebilme imkânımız olacaktı. Resmi yol yapamadığımızdan dolayı ürünümüzü mamul haline getiremiyoruz.

Organik üretici olarak en büyük sorunumuz; müşteri kitlesi kaygan bir zemindeyiz. Tatil oluyor büyük bölümümüz dışarıya gidiyor. Anneler günü oluyor bir hafta on beş günümüz gidiyor. Yani, ürettiğimiz ürünün en azından yüzde 30 ila 40’ını müşteri kaybından dolayı satamıyoruz ve o esnek, kaygan müşteri kitlesinden dolayı ürünlerimizi mamul hale getirmeye şiddetle ihtiyacımız var.

Butik işletmelerin önü açılmalı ki organik üreticiler çoğalsın  

Yirmi seneden beri işin içindeyim, son 3-4 yıldır para kazanmaya başladım. Ondan önce çok şey kaybettim. Düşünün, organik pazar yok, organiğin ne olduğunu bilen insan yok… Özel şartlardan geçerek buralara gelebildik. Mamulü ürün haline getirebilecek küçük/butik işletmelerin yapılabilmesinin önü açılmalı ki organik üreticiler çoğalsın. Sadece meslekle, yetiştirmekle bir yere varılmıyor. Fazla olan ürünleri mamul hale getirip değerli bir ürünü, sağlıklı ürünü, insanlara sunmamız gerekiyor.

Çiftlikte tavuklar kendi alanlarında serbest geziyorlar…

Organik tarım nedir diye sorguladığımız zaman, sentetik gübre kullanmadan, pestisit dediğimiz böcek ilacı ve ot öldürücü kullanmadan yaptığımız üretim şeklidir. 70’li 80’li yıllara baktığımızda sentetik gübremiz yok, pestisitler yok. O tarihten sonra bilim insanlarının araştırmalarını şöyle bir incelersek, Karacabey için söylüyorum; toprağımızın tuzluluğu ve pH’ımız 6-7 iken 8-8.4’e çıktı. Bu ne demek? 10 sene 30 sene ya da 50 sene sonra eğer bu pH’ı indiremezsek yani toprağımızın tuzluluğunu frenleyemezsek bu oran 9’a çıktığında topraklarımız çöl olacaktır. Bunu hiçbir bilim adamı cesaretle söyleyemediğinden üzülüyorum. Yani bu, vazgeçilmez ve sonu mecbur olan bir sistemdir. Aynı tempoda gidersek çok kısa zamanda tuzluluk oranını yükseltip bu verimle senede üç sefer ürün alan arazi çöl olmak zorunda kalacak. Aynı zamanda ot öldürücüler de toprağımızda tuzluluğu artırarak çöl olmamıza bir neden…

Yediğimiz içtiğimiz ilacımız, ilacımızsa yediğimiz…

Sağlık sorunlarına, onkolojideki artışlara, 80’li yıllardan sonra şu an geldiğimiz noktaya bir bakarsak problemlerin ne kadar çoğaldığını göreceğiz. 20 ya da 50 sene sonra buradaki insanların yüzde 90’ı kanser olacaktır. Bundan kurtuluş yok, ahkâm kesmiyorum. Onkoloji hastaneleri gerçekten araştırılarak sorgulandığında gidilen noktanın o olduğu görülüyor. İnsanlarımızın yüzde 80-90’ının kanser olmaması için bir sebep yok çünkü sebepler hep bunu olgunlaştırıyor. Onun için hepimizin bu taşın altına elimizi koymamız gerekir. Bunu elbirliği ile çözülebiliriz ama bilim insanları sağlıklı araştırma yaparlarsa… Eğer tüketiciler bilinçlenirse, ne yediğini ne yiyeceğini sorgularsa, yediğimiz içtiğimiz ilacımız, ilacımızsa yediğimiz felsefesini onlara iyi anlatırsak doğru yola çok daha erken ulaşmış oluruz.

Organik olarak yetiştirilen ürünler İstanbul’da Şişli pazarı, Ankara’da Çankaya pazarı, büyük bir perakende markası ve bazı gıda toplulukları aracılığıyla tüketicilerle buluşuyor. Çiftliğin yol sorunu çözüldüğünde ürünler ziyan olmadan mamule dönüşecek…

Çiftçi yaşına bakıyorsunuz hızlı bir şekilde yükselmiş. 30 sene sonra çiftçilik yapacak insan belki olmayacak. Neden? Güvenceleri yok, para kazanamıyorlar. Aynı şekilde organik tarım işi de böyle. Çocuklarımın benim çektiğim sıkıntıları çekmelerini istemiyorum ve onları ikna etmeye çalışıyorum ki işimiz sürdürülebilir olsun, devam etsin.

Alternatif olarak neler yapılabilir?

Sentetik gübre yerine yeşil gübreleme dediğimiz toprağın 2-3 metre kadar derinine inen bir gübreleme bitkileri var. Bezelye, bakla gibi… Toprağı iyileştirmek, toprağın içindeki gücü fazlalaştırmak için, çünkü toprak bir canlı… İçindeki bakterileri fazlalaştırması, çoğaltması adına bu işlemlerin mutlaka yapılması lazım. Leonardite, kaolit ve zeolit gibi doğal madenlerimiz var. Hayvan gübreleri, örneğin; tavuk, kuş, yarasa ya da solucan gübresi, özellikle büyükbaş hayvanların gübrelerini atacak yer maalesef bulamıyoruz. Belli organizeler olsa, devletin desteği ile onları toprağa atsak, toprağı zenginleştirerek sentetik ürünlerden uzaklaşacağız. Sentetik gübrelerin çok büyük bir bölümü aşırı kullanıldığından dolayı belli bir dönemden sonra nitrite dönüşüyor. Nitrit de vücudumuzdaki hücre fazlalığına sebep oluyor. Hücre fazlalığı kanser vs. gibi bir sürü hastalıklara neden oluyor. Beslemede Arap sabunu, pancar melası, odun külü gibi ürünler kullanıyoruz. Bunlar potasyum zengini ürünlerdir. Birçoğu da atıl üründür. Atıl ürünleri ekonomiye kazandırarak hem katma değer sağlamış hem de yeraltı sularını, toprağımızı kirletmeden sağlıklı bir üretim yapmış oluruz. Aynı zamanda ekosistemi de bozmamış oluruz.

Ben böyle bir kuraklık görmedim…

Kuzusunu yiyen kurdu öldüren çoban, dönem içerisinde domuz popülasyonunu arttırmış. Gıda sahamıza geliyor diye domuzlardan şikâyet ediyorlar. Bizler bozduk dengeyi… Aşırı ilaçlamadan yılanı öldürüyoruz, fare popülasyonu artıyor. Ekonomi sistemini bozan bizleriz. Küresel ısınmadan hepimiz şikâyetçiyiz, hepimiz mustaribiz. Son 10 senedir küresel ısınmayı hepimiz iliklerimize kadar hissediyoruz. Son 50 yılda, bu seneki gibi kış kuraklığı yaşanmadı. “Havalar ne kadar güzel gidiyor” diyorlar. Güzel gitmiyor… Kış kışlığını, yaz yazlığını yapmalı. Temmuz, Ağustos ayından Kasım ayına kadar yağmur yağmadı. Ben böyle bir kuraklık görmedim. Yapraklar dökülmedi daha. Uykuya ihtiyacı var bu bitkilerin. Onları uyutmadan yaza bize meyvesi vermesini nasıl sağlayacağız? Bunların sebepleri bizleriz, hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız.

Çiftlik ürünü ceviz ve bademler…

Bu topraklar bizim değil çocuklarımızın ve torunlarımızındır felsefesini herkese nakış gibi işlemek gerekir. Ot öldürücüsü bitkilerdeki öldürücülerin en kestirme yoludur. Benim mekanik yolla, el çapası ve traktör çapası ile yaptığım işçilik çok fazla ama 100 liralık bir zehirle o işi rahatlıkla yapabiliyorsunuz. Yani gübre beslemede de aynı şekilde. Sentetik gübreyi bir makinayla bir günde 200-300 dönüm alanda rahatlıkla besleyebiliyorsunuz. Ama aynı işi hayvan gübresi için; çift traktör, dört insanla bir ayda yapıyoruz.”

Böceklerle mücadele için neler yapıyorsunuz?

“Çok basit şekilde şöyle anlatayım… Yıllar önce tarıma ilk başladığım dönemde, kirazlarda elma ve ayvaların özünü yiyen bir bakla zınnı zararlısını gördük. İyi gözlemleyemedik ve onların arı olduklarını düşündük. Ürün kaybı çok oldu. Sonradan öğrendik ki bakla zınnının maviye karşı alerjisi varmış. Mavi leğenlere su koyarak 15-20 ağacın önüne bıraktık. Ertesi gün bir baktık; suyun içi tamamen bakla zınnı dolu… Zararlıları mekanik bir şekilde bertaraf ettik. Hiç zehir kullanmadık. Şimdi burada renk tuzakları, eşeysel tuzaklar, feromon tuzaklar, biyoteknik tuzaklar çok kestirmeden ve çok maliyetsiz bir şekilde zararlıyı öldürebiliyor.

Pestisit kullanmadan bazı şeyleri çözebiliriz. Bir sonraki aşamada da renk ve koku tuzakları var. Bunun mavisi de oluyor sarısı da… Zararlı, renge ve kokuya geliyor. Kokunun içinde pakmaya, bira gibi maddeleri karıştırıp onu cezbettiren bir koku oluşturuluyor. O kokuya geldiğinde de hiçbir zararlı madde kullanmadan zararlıyı bertaraf etmiş oluyoruz. Her zararlı, feromon tuzağı dediğimiz dişisini çeken bir koku salgılıyor. Belli bir alan mesafesinde çok kolay bir şekilde biyoteknik olarak zararlının önüne kısmen geçmiş oluyoruz.

Buğday Derneği’nin rahmetli başkanı Victor Ananias ve Şişli Belediye başkanımızın cesur davranışları, organik tarımın gerçekten temelini attı. Türkiye’de hiç ürün satamazken onların sayesinde satmaya başladım. Bizleri tüketicilerle buluşturdu. Bu, mükemmel, çok cesur bir olay… Bunların hızlı bir şekilde devam edip gelişmesi gerekiyor.

Alım garantili projeler gerekli

Bu sene siyez buğdayı ektim. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin bir projesi vardı, o projeye destek amaçlı alım garantisi verdikleri bir ürün oldu. Türk çiftçisinin ya da organik çiftçinin alım garantili projeler oluşturması gerekir. Ana kalemlerde sözleşmeli tarım yapabilirsek atıl bir ürünümüz olmaz.

Tarım ülkesiyiz ama bazı ürünleri dışarıdan alıyoruz. Neden kaynaklı? Yanlış ekim planlaması ve bir tüketim planlaması olmadığından dolayı. Sonuç olarak fakir olan arazilerin korunması, yeraltı sularının korunması ve toplumumuza sahip çıkmamız adına hepimizin elbirliğiyle doğru yolu hızlı bir şekilde birbirimize anlatması gerekir. Tüketicileri de çok iyi bilinçlendirmeliyiz çünkü üreticiyi yönlendirilen tüketicidir. Tüketici talepleri olduğu sürece üretim yelpazesi de ona göre değişecektir.”

Bir aile işletmesi olan Şaban Burhan Çiftliği, 20 kişiye istihdam sağlıyor. Şaban Burhan, organik üretime başladığı ilk yıllarda ürünlerinin sadece yüzde 50’sini satabiliyorken, tüketicilerin gıda meselesi ile ilgili bilinçlenmesi ve organik pazar sayılarının artması ile bu oran yüzde 70’lere kadar çıkmış durumda. Çiftlikte yaklaşık 85 çeşit ürün, organik tarım yöntemleri ile yetişiyor.

100 kurum ve inisiyatifin yan yana gelerek oluşturduğu Zehirsiz Sofralar Sivil Toplum Ağı, 23 Kasım’da “Tüm Canlılar İçin Zehirsiz Sofralar” başlığıyla bir imza kampanyası başlattı. Kampanyada Dünya Sağlık Örgütü tarafından ‘son derece tehlikeli’, ’yüksek seviyede tehlikeli’ ve ‘muhtemel kanserojen’ olarak belirlenen ve pestisitlerde kullanılan 13 etken maddenin öncelikle ve ivedilikle yasaklaması talep ediliyor.

İlgili Diğer Haberler

Bu web sitesi, deneyiminizi geliştirmek için çerezler kullanır. Bu konuda sorun yaşamadığınızı varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku