Atlarla fısıldayan adam Robert Redford’sa, yeraltına fısıldayan adam Ali Seydi Gültekin’dir bana göre… Radyestezi uzmanı olan Gültekin, ‘su yok’ denen yerlerde suyun var olup olmadığını çubuk ya da sarkaç yardımıyla gerçekliyor. Kendi deyimiyle; “Olmayanı oldurmaya çalışmak” güdülüyor onu… İnsanlar gördüklerine, o ise VAR’lığa inanıyor…
Ali Seydi Gültekin doktora dereceli bir jeolog iken, dowsing (çubukla su, maden, kaynak aramak) ile tanışıp hemhal olduktan sonra akademiden istifa edip su arama yolculuğunda kendine eşlik eden bu yöntemi yaşam şekline dönüştürmüş. Bu işi ona öğreten kişiden parasını alamasa da bu ilmi almış… Afrika’daki susuz toprakları suya kavuşturan, oradaki çocukların kalplerine ve hayatlarına sular serpen Gültekin, farklı coğrafyalarda aynı yöntemle petrol ve altın da buluyor. Dowsing ile başladığı işe sarkacı da dahil etmiş. Madde alemde fizikten metafiziğe uzanarak maddelerin enerjilerini radyestezi uygulamasıyla, sarkaçla ölçüyor, dengeliyor. Aklınıza gelen her sorunun cevabını sarkaçla bulabildiğini de söylüyor. Geçmiş ya da gelecek…
Kendi öğrencilerini de yetiştiriyor. Öğrencilerine; “Öğrendiklerinizi on kişiye bedava öğreteceksiniz. On birinci kişiden sonra para almaya başlayacaksınız” şartı var… “Bu ülkenin başına ne geldiyse koltuğa yapışıp kalanlardan geldi. Osmanlı’yı bitiren de muhteşem Süleyman idi. 50 yıl boyunca hiç kimseyi yetiştirmezsen, olanı da biçersen olacağı bu… O yüzden herkes kendini kopyalamalı. Benim bu konuda her meslek dalından o kadar çok öğrencim var ki…” sözleriyle bu öğretinin yayılması ve ihtiyaç sahiplerine ulaşması gerektiğini dile getiriyor Gültekin… Şu an Afrika kıtasında, Moritanya’da altın, su ve jeotermal enerji ile ilgili projeler üzerinde çalışan, kanser, felç, kişilik bozuklukları, parkinson, MS hastalıklarını iyileştirebileceğini iddia eden bu çağın şifacısı Dr. Ali Seydi Gültekin ile yaptığım röportajla sizleri baş başa bırakıyorum.
Jeoloji mühendisisiniz. Doktora dereceniz var. Bütün yeraltı madenleriyle ilgili olabilecekken siz suya odaklandınız? Nedir sizi suya bu denli yakınlaştıran?…
Suyla ilgili çocukluğumdan gelen şeyler var. Çocukken Ankara’da çiftliğimiz vardı. Bahçe sulama kavgalarından adam öldürüldüğünü, kan davalarını, babamın kuyu kazarken kuyuda kalıp ölmek üzere olduğu zaman yaşadığım travmaları biliyorum… Gittiğim her yerde insanlar suyla ilgili sıkıntılar yaşıyorlardı. Bir de o dönem Afrika ile ilgili bir belgesel izlemiştim. Susuzluktan, hastalıklardan insanların öldüğünü gördüğümde; “Afrika’da su bulacağım, onlara sulu tarım yaptıracağım” diye kendime söz vermiştim. Sonrasında da askerdeyken sınır ötesi operasyonlarda o pis suları içmekten, tifodan askerlerim öldü. Ben 15 gün hastanede yattım. Suyla ilgili ciddi anılarım var buna benzer…
Çubuk kullanmayı kimden, nasıl öğrendiniz?
Jeoloji mühendisi olduğumda ilk işim su sondajında çalışmak oldu. Birlikte çalıştığım Adanalı sondajcı Şahin Kolpar bana çubuk kullanmayı öğretti. Bana sürekli iş gönderiyordu. Ben de hocalarıma söylüyordum. Hocalar teşekkür edip alıp gidiyorlardı. Şahin Bey bu işlerden bana kalan maddi bir şey olmadığını görünce, “Neden onlar için çalışıyorsun… Gel sen öğren” dedi. İlk eşim de jeoloji mühendisiydi. Onun beş sondaj yapıp su bulamadığı Hanımağa dedikleri mafya gibi bir kadının İstanbul’da çiftliğine götürdü beni. Kadın; “Bu da su bulamazsa hepinizi buraya gömerim” demiş (Biz güldük ama kadın ciddi söylemiş). Ben de ilk defa çubuk kullanıyordum. Sondajcı kadına benim için; “Dünyanın en meşhur su bulan adamını getirdim” demiş. Peşimizde silahlı adamlar, benim elimde çubuk, dolaşıyorum. İki, üç saat geçti, çiftlik kocaman, yürümekten dermanım kalmadı, çubukta bir hareket yok… Sonunda bir yerde oynadı. Dedim herhalde ecel yaklaştı, korkudan çubuk oynadı… Orayı işaretledik, sondajcı makinesini getirecek dendi… Biz öyle ecel terleriyle çıktık çiftlikten. Böyle silahlı su arama hikayelerim çok var…
Sondajcı sonra beni, hocamın etüd ettiği ve jeofizik yaptığı başka bir alana götürdü. “Noktayı senin bilmen mümkün değil, bir de burada dolaş bakayım” dedi. Dolaştım, çubuk orada da kımıldadı. Burası dedim. O da; “Tamam, sen bu işi öğrendin” dedi. İlk mezun olduğumda onların yanında çalışmıştım. Mühendis olduğumda, üniversitede hoca olduğum yıllarda da ilişkimiz devam etti.
“Bu iş hayatım oldu”
Sonrası nasıl gelişti? Su bulmayı nasıl içselleştirdiniz?
Sondajcı bana su bulunamayan yerleri anlatmaya başladı. Bir gün karşılıklı oturup, bir şeyler yiyerek konuşuyorduk. O konuşma sırasında ben bir an kayboldum. Hani bilimkurgu filmlerinde olur ya… Alnımda bir karıncalanma oldu, karşımda oturan adamın alnında bir girdap oluştu… O halde ne kadar kaldım bilmiyorum ama onun anlattığına göre; o arada sahaya gidip gelmişim. Ona; “Ben orada suyu bulurum” dedim. Orada astral seyahat yapmışım aslında… Sonradan öğreniyorum… Kalktık o alana gittik. Tuzla Organize Deri Sanayi… Genellikle gayri müslümlerin iş yeri sahibi olduğu bir bölge. Beş sondaj yaptık, beşinde de su bulduk. Fakat yine paramı alamadığım için kendi kendime çalışmaya karar verdim. Su olmayan yerlere gidiyorum, yer gösteriyorum. Önce; hadi canım olur mu falan diyorlardı. Sonra benim söylediğim yerlerde su çıkınca ya da buradan su çıkmaz dediğim yerlerde su bulamayınca bensiz iş yapamamaya başladılar. Bir anda bu iş benim hayatım oldu.
Akademisyenlikten girişimciliğe geçiş de böyle oldu sanırım…
Doktoramı verdiğim gün istifa ettim. Doktoramı vermeden önce, üniversitedeyken bir şirket kurmuştum. İki profesörü hiç para almadan şirkete ortak ettim. Ders verdiğim bir öğrencimin babası bize 10 bin lira sermaye verdi. Bir tane de jeofizik mühendisi “İşe ihtiyacım var” demişti, onu da yanımıza aldık. O şirkette 80 iş yaptık. Dört ayda 80 sondaj… Bizim profesör, 30 yıllık danışman; “Bu iş çok zor, sondajcılar bilmiyor siz mi bulacaksınız? Bunun maliyeti çok…” dedi. Her sondajın sonunda hocaya el yazısıyla hesap veriyordum. Şu kadar masraf yaptık, bu kadar sondajcıya ödedik, bu kadar kar… Yüzde 10 maliyetle iş yapıyorduk. Çünkü hoca bilmiyor, jeofizik yaptığımızı zannediyordu. Halbuki sabah erkenden ben yeri gösteriyordum. Jeofizik mühendislerine; “Sen git bir hafta orada kablo ser, bilgisayar aç” diyordum. Sonra hoca bana okulu bırak işin başına geç demeye başladı. “Doktoramı bitirinceye kadar istifa etmeyeceğim“ dedim. “Şirket sizin olsun” dedim şirketi onlara bıraktım. Ardından doktoramı verdim ve bir saat sonra okuldan istifa ettim. Şirketimiz varken mecburen hocanın dediği yeri gösteriyorduk. Halbuki yeri ben buluyordum. Hocadan gizli iş yapmaya başlamıştık. Kendi ortağım ama hoca diye ondan gizli yer gösteriyordum. O, su yok diye yazıyor. Adamlar beni bildikleri için, bana; “Sen gel bize yer göster, hoca duymaz” diyorlardı. “Neden böyle yapıyoruz hocam” diye sorduğumda; “Biz yok diyelim. Bulurlarsa şansınız varmış, çıkmazsa da zaten yok demiştik deriz” gibi tuhaf bir yaklaşımı vardı. O yüzden kendi başıma devam ettim.
Bu iş ilgi çekici, fantastik bir hikaye gibi… Sıra dışı anılarınız var mı?
Bir sürü şeyler yaşadım. Götürdüler dağlarda bıraktılar, para ödemediler, hakaret ettiler. Bu, üçkağıt, şarlatanlık dediler. Ama ben hiç yılmadım. Müthiş bir merakla devam ettim.
“Olmazı oldurmak gibi bir hissim var”
Su bulduğunuzda neler hissediyorsunuz?
Bende sanırım Don Kişotluk var. Bir yerde su yok dediler mi ben hemen kılıcımı, o teneke kalkanımı, mızrağımı alıp, ben bulurum diye koşturma dürtüsü var. Olmazı oldurmak gibi bir hissim var. İnsanlar; yedi, sekiz sondaj yapıp, etüd edip su bulamadıkları, ciltler dolusu raporların yazıldığı yer için su bulmak adına bana geldiklerinde, ben; “Allahım sen beni mahcup etme” diye başlarım. Bir iş başlamadıysa hiç başlamaz, başladıysa da biter. O zamanlar, “Bu insanlar beni aradıysa bu iş biter” diyordum. O niyetle gidiyordum. Zaten jeolojiyi çok iyi biliyorum. Ömrüm dağlarda geçti. Çubuk da bana ciddi bir yardımcı oluyor. Yeri buluyorum. Tam nokta buluyorum. Derinlik ölçüyorum. Suyun miktarını, kalitesini, sertliğini söylüyorum. Buna jeofizik mühendisleri çok kızıyorlar.
Suyun dışında yeraltında neler buluyorsunuz?
Fay hatlarında yüzde 100 başarılar sağladım. Teknik Üniversite’de iki profesör Avcılar’a giden bir yerde rapor yazmışlar. Beni de Doğuş Holding su bulmaya göndermişti. “Temelin içinde biz ölçüm yapamayız sen git” demişlerdi. 22 yıl Doğuş Holding’e danışmanlık yaptım. Madene girdim. Jeotermale girdim. Jeotermal, 2007’ye kadar devlet tekelindeydi. Evlenip balayına bir öğrencimin Didim Kızıldere’deki villalarına gitmiştik. Balayımın ilk gününde çubukla Kızıldere jeotermal sahasında sondaj ölçtüm. Su çıkan yerleri buldum, derinliği, sıcaklığı söyledim. Suyun olmadığı yerde burada su yok dedim. Müdür korkarak; “Sen bizim arşive mi girdin? Git MTA’dan izin al” dedi. Demir çelikte aynı şey oldu… Yerin altıyla ilgili o kadar çok çalışma yaptım ki…
Sarkaç ne zaman, nasıl girdi yaşamınıza?
Sarkacın kullanımını ilk kez Bursa’da gördüm. 1990 yılında bacağımda bir rahatsızlık meydana geldi. Bacağım iltahap kaptı, çok şişti. Doktora gittim. Devamlı antibiyotik değiştirdi. Normalde hiç ilaç içmeyen ben, öleceğimi hissettim. Sonra bir arkadaşımız; “Bursa’da biri var. Bitkiyle ilaç yapıyor” dedi. Beni ona götürdü. Adam; “Biz hiç kimseyi içeri almayız ama sen gel içeri. Bizi seyret ama ellerini bize çevirme sakın” dedi. Sarkacı onlarda gördüm. Tükürük numunesiyle sarkaç kullanarak hastalığı tespit ediyorlardı ve ona göre bitki tedavisi hazırlıyorlardı. Ve iyileştim… Sonra onlara 200’e yakın doktorların ‘umut yok’ dediği hasta götürdüm. Hepsi yaşıyorlar. Ardından, Türkiye’de altın var diyen bir tersane işçisi hakkında Aktüel dergisinde çıkan yazıları gördüm. Onu bulduk, görüştük. O da sarkaçla kullanıyordu. Ona bunu öğreten biri de yoktu. Sonra, kendim kullanabilir miyim diye merak ettim. Haritada bir yer işaretledim. O haritayla Bodrum’a gittim. Mühendislere beni şuraya götürün dedim. Bir tatil köyü vardı. İşaretledim ve Bodrum’da su bulduk. Tatlı içme suyu… Bozcaada’da da bir mimarın su yok dedikleri arazisinde su bulduk.
Sonrasında arazide, kampta çalışırken ve seyahatler sırasında insanların beli, boynu ağrayıp, bir sıkıntıları olunca, hadi sarkaçla bir dengelim dedim. Yerin altını ölçebiliyorsam, insanları da ölçebilirim dedim. Bir firmanın genel müdürünün kalbi ağrıyormuş. Ona dengeleme yaptım ve; “30 yaşında size ne oldu? Unutamadığınız bir kadın var” dedim. O çok ciddi duran adam bir anda dağıldı, her şeyini anlatmaya başladı. Sarkacı zamanla geliştirdim. Şu anda adınız, soyadınız, doğum tarihinizle doğduğunuz günden bugüne kadar ne yaşadınız, buna ne sebep oldu, hayatınızda kaç kere tekrarladı ve bunu nasıl çözebileceğiniz konusunda hem farkındalık yaratmaya, hem de olumlama ve meditasyonla bu sorunu aşmaya yardım ediyorum.
Kıbrıs’ta su yok diyorlar inanmıyorum… Su yok denen birçok yerde en derin kuyuları yaptırdım. Herkes ‘çılgınsın sen’ dedi. Olsun, çılgınlar bir şey yapıyor dedim. 650 metre derinliklerde kuyular yapıp su buldum. İstanbul’da jeotermal var dedim, kimse inanmadı. Çünkü insanlar hep gördüğüne inanıyor. Hatta onlara; “Üç tane sondaj yapmadan nasıl yok dersiniz” dedim. Bunu köylü de söylüyor. Üniversitede hocalara söylüyorum; siz üniversitedesiniz, bunu araştırın. Şarlatanlıksa çıkın şarlatanlık olduğunu ispat edin. Gerçekse de gerçek olduğunu söyleyin. Sıradan bir insan gibi sadece, “Bu bilimsel değil” dediğinizde siz bilimselliğinizi kaybediyorsunuz.
Tübitak’a başvurdum. Ben Tübitak’ın Bilim Adamı Bursu ile okudum. “Senin hocaların orada bilim kurulunda, onlar kabul etmiyorlarsa burada da kabul edilmez” dendi. Baktım olacak gibi değil, istifa ettim. Şu an özgürce çalışıyorum. Dünyayı gezdim. Dünyanın birçok yerinde iş yaptım.
En çok su bulmak istediğiniz yer Afrika’ydı sanırım?…
Afrika çocukluk hayalimdi. Burada sokak çocuklarıyla ilgili bir proje vardı. Onların sularını buldum, sondajlarını yaptırdım hiçbir ücret almadım. Sonra bana; “Bir hayalin var mı?” diye sordular. Afrika’ya gidip su bulmak istediğimi söyledim. Bana gülüp; “Biz bulamıyoruz sen mi bulacaksın” dediler ve Türk filmlerindeki gibi; arkası yazılı kartvizit verdiler. (Kahkahalar…) Bir süre sonra bir holdinge iş yaptım ve paramı alamadım. Tekrar onlara gidip, beni bu ülkeden gönderin dedim. Kanada’ya gitmek istediğimi söyledim. Bir saat sonra oğlumla Kadıköy’de dolaşırken yerde bozuk para buldum; Kanada Doları… Holgingle bağlantı kurmamı sağlayan kişi, İngiltere Kraliyet Akademisi’nin şifacısının arkadaşıydı. Kendisi de şifacıydı. Bana bir dosya hazırlamamı söyledi. Evrakları hazırladım. Kendisi İngiltere’ye göndermiş. Onlarda müthiş parapsikolojik, metafizik yetenekler var. Dosyamdan enerjime bakmış. Bu kişiyi bana gönderin demiş. İngiltere’ye gideceksin dediler… Gitmem, giderim derken, “O zaman seni göndermiyoruz” dediler. Altı ay uğraştım peki gideyim dedim. “Bir buçuk ay sonra, bu adamın kampında şifacı olmayı öğreneceksin, o yüzden bu zamanda İngilizce’yi ne kadar öğrenebiliyorsan öğren” dediler. Deliler gibi İngilizce çalışıp İngiltere’ye gittim. Sonrasında Londra Hilton’da tam buluşacağız, İsviçre’nin en zengin sanayicisi ve benim şifacı hocam geldi. Bir adam gelecek ama ortalarda yok. Gelirken trafik kazasında ölmüş… Bana; “Sen ne istiyorsan yap. Senden bir şey istemiyoruz” dediler. Yedi ay sonra Türkiye’ye döndüm. Ben size borçlu kalamam, bana bir iş verin dedim. “Afrika’ya gidiyoruz” dediler. Zambiya’ya gittik. Okulların bahçesinde sondajlar yaptık.
Bu yolculuk, siz istediğiniz için mi oldu?
Onların da böyle bir planı varmış. Evren eşleştirir ya… Evren çok iyi bir çöpçatandır.
Suyu oradaki kurumlar adına mı çıkardınız?
Evet. Bunu buradaki susuz köylere de yapalım dedik. Ankara’ya gidip Köy Hizmetleri’nden izin aldım. Ama adam; partiye bağış yapacaksın, araba alacaksın, benim köyümde de sondaj yapacaksın dediğinde ‘kusura bakmayın’ diye cevap verdim. Parayı Zambiya’ya transfer ettik. Yazışmaları bitirdik, gittik. Oradaki belediye başkanı da aynı şeyleri söyledi. Ben de okulların bahçesinde olmayacaksa yer göstermeyeceğimi söyleyip ikna ettim. Böylece bütün okulların, sağlık ocaklarının bahçesinde su çıkardık. Orada çocukların okula gidebilmeleri için evden su getirmeleri gerekiyor. Çünkü içme suları yok, tuvalette kullanacakları suları yok… Çocuklarının hepsinin ayrı ayrı bidonları var. Yoksa okula giremiyorlar. Okulları da zaten dört duvar. Ne camları var, ne de doğru düzgün tahtaları… O okullarda sondajlar yaptık, çok güzel şeyler yaşadık.
Başkasına çalış, kendin öğren
Farklı coğrafyalardaki yolculuğunuz yine su için miydi?
Peru’ya gittim. Altın bulmak için giden bir ekip beni çağırdı. Orada altın, petrol, jeotermal araştırması yaptık, ama bu arada yolda giderken geçtiğimiz köylerde susuzluğu görüyorum. Uçsuz bucaksız çöller… Ama su bulunan yerde çölde nasıl büyük çiftlikler yapıldığını gördüm. Burada su bulalım dedim. Belediye ve aşiretlerle anlaşma yaptık. Orada da Doğu’daki gibi büyük aşiretler var. Şirket kurduk. Su bulduğumuz her arazi kadar araziyi bize vermeyi kabul ettiler. Peru’da da çöllerde su buldum. Ama dünyanın her yerinde sahtekar sahtekardır. Orada da dolandırıldık… Üç milyon dolar alacağım kaldı. İyi bir tecrübe oldu. Geldiğimde maden açısından Türkiye’de nelerin yanlış yapıldığını gördüm.
Dubai Şeyhi’nin petrolle ilgili talebi olmuştu. Ben size harita üzerinde işaretleyim diyerek beş tane yer işaretledim. Bir anda heyecana kapılmışlar, çünkü birisi buldukları yer… Bir tanesi yeni yapmaya karar verdikleri yer. Diğer üçünü bilmiyorlar. Burada yaptığım haritayı alarak şeyhin özel misafiri olarak oraya gittim. Özel helikopteriyle, kendisinin kullandığı ciple çölde araştırma yaptık. O sıcak iklimin ırkına güvenmiyorum. Ne yaptıklarını bilemiyorsunuz… “Dubai’nin sondaj hakkını bize verin, biz sondajı yapalım” dedim. Bize, bir tane yapın çıkarın dediler ama ben orada petrolü çıkardıktan sonra İngiliz’in, Amerikalı’nın elinden kurtulamam ki… Döndük geldik fakat iyi bir tecrübe oldu. Annem; “Başkasına çalış, kendin öğren” derdi. Şu an sadece eşimle birlikte seminer yapıyorum, bunları anlatıyorum. Doktorların ve psikologların iyileştiremedikleri hastalıklara çözüm üretiyoruz. Kanser, felç, kişilik bozuklukları, parkinson, MS… Onlara farklı boyut getirdik. Birçok ölümün ve hastalığın sebebinin aslında şu anda tıbbın yabancı olduğu, bir enerji boyutunda olduğunu biliyoruz. Negatif enerjilerin insan bedenlerini kullanarak yarattıkları birçok hastalıklar var. Hem fizik, hem de psikolojik olarak… Şu an Türkiye buna hazır değil. Hazır olanlar da sanırım saklanıyorlar. Biz, her gün film izliyoruz. Seyrettiğimiz on filmin sekiz tanesi anlattığım bu konularla ilgili. Bu dünya dualite dünyası. İyi de olacak, kötü de… Bu da aslında bizim tabirimiz. Neye göre iyi, neye göre kötü?… Kimin neye ihtiyacı varsa bu hayat okulunda onu alıyor. İnsanlar farkında olmadan Yaradan’ın işine o kadar çok karışıyorlar ki… Herkes iyi olsun, herkes mutlu olsun… Yaradan bilmiyor çünkü… Bu kadar alemi yaratmış, herkesi mutlu yapamıyor… Eskiden ben de bu konuları bilmiyorken Nişantaşı’nda dolanıp böyle söyleniyordum; “Bu kadar parayı ne zaman kazandınız, bu kadar araba, ev… Sizin Allah’ınız başka mı?” diyordum. Sonra insanların yaşamlarını, yolculuklarını öğrenince; biz, bu zenginliklerin hepsini bir önceki yaşamımızda yaşamışız dedim. O yüzden, bu kadar bilgiye, donanıma, yeteneğe rağmen bu paraları kazanamıyoruz. Sadece insanlığa hizmet ediyoruz. Çünkü parayla yapılan bir iş değil bizimki… Yaşamı sürdürmek için bir para alıyoruz ama fazlası yok… Geriye dönüp baktığımda da ne kadar ihtiyacım varsa o kadar… Bir kuruş fazlası gelmiyor.
Mekanların enerjilerini de dengeliyorsunuz. Bunu nasıl ve neye göre yapıyorsunuz? İnsanlar evlerindeki negatif enerjileri nasıl değiştirebilir, iyileştirebilir?
Eskiler hep; “Buraya geldim derdim bitmedi. Bu eve taşındıktan sonra başıma bir sürü şey geldi” falan derdi. Erenköy’de oturduğum ev de öyleydi. Benden önce oturanlar hastalıklar geçirmiş, ameliyatlar olmuş, kazalar geçirmişler. Ben de eve taşındığım gün arabam soyuldu. Bir kere yolda normal şekilde giderken bir çocuk esrar içmiş, geldi arabama çarptı. Fıtık ameliyatı oldum. Arkasından trafik kazası yaşadım. Sonra orada oturmuş olan önceki kiracılar da gelip, bunlara benzer şeyler yaşadıklarını söyleyince hemen o evden taşındık. O zamanlar dengelemeyi bilmiyordum. Sonradan mekan dengelemeyi de öğrendim. İlk başladığımda insanları, yeraltındaki negatif enerji alanlarının dışında oturtuyordum. Mesela, iş yaptığım holdinglerde, yöneticilerin odalarını dengeliyorum, fayları, su damarlarını buluyorum. Suyun ve fayın olmadığı yere masalarını, negatif alanlara ise televizyon ve dolaplarını koyuyordum. Baya bir hamallık yapıyordum. Sonra Ruslar ile bir toplantımız oldu. Su kongresi yapmışlar. Suya enerji yüklüyorlar. Bebek emzikleri yapmışlar, mekanlar için bir şeyler yapmışlar ama etkisi on dakika sürüyor. Sonra bitiyor enerji… Ölçüyorum yine aynı. Çünkü ben, matematiksel ölçüyorum. Sonra bir anda ampul yanar ya… Dedim; “Ben buldum”… Hemen sularla dengelemeyi öğrendim. Mekanların en basit haliyle planını çizip, sarkaçla köşe enerjilerini buluyorum. Oralara su koyuyorum, pozitiften negatife suyu aktarıyorum. Sonra, sarkaçla kağıt üzerinde her gün sabah-akşam dengeleme yaparak mekanı dengeliyorum. İş yerlerini dengeliyoruz… Mekanlarda dengelemeyi; huzur, sağlık, sevgi olsun diye yapıyoruz. Bir eczacı öğrencim vardı. Hocam, müşterim çok az dedi. Ona ne yapması gerektiğini öğrettim. İki gün sonra aradı; daha da beter oldu; şimdi hiç iş olmuyor dedi. “Söylediklerimi yaparken eşin ve çalışanlar orada mıydı?” diye sordum. “Evet” dedi. Sana; “Saçmalama, böyle şey olur mu?” diye eleştirdiler, değil mi dedim… “Evet” dedi. Şimdi hepsini gönder, o suları dök, kimse yokken kendi enerjinle yeniden yap dedim. Gece saat on birde, “Hocam ne yaptınız dükkanı kapatamıyoruz” dedi. Sen yaptın dedim. Onu da sen yaptın, bunu da sen yaptın…